Kıyamet Körlüğü İle Aydınlanmak: Umutsuzsam Bana Ne!

“Ölümlü ya da ölümsüz, olmak her koşulda ben olmaktır.” Günther Anders

“Bir gazete haberi:

“İdam mahkumları, son öğünlerinde

ekşi ya da tatlı fasulye arasında

özgürce tercih yapabilecekler”

Çünkü haklarında gereği düşünülmüştür.”

“(…) Üç ana tez: ürünlerimizin mükemmelliğinin altından kalkamadığımız; hayal edebileceğimizin ve hesabını verebileceğimizin ötesinde ürettiğimiz; ve yapabileceğimiz her şeyi yapma hakkına sahip olduğumuz, daha doğrusu yapmamız gerektiği, daha doğrusu, yapmak zorunda olduğumuz. Bu üç temel tez, son çeyrek yüzyılda açığa çıkan, doğaya yönelik tehlikeler karşısında ne yazık ki o yıllardan daha güncel ve vahim.”

Günther Andres metinlerinden iki önemli ve çarpıcı alıntı ile başladım Günther Andres kitapları üzerine yazacağım bu incelemeye. Aslında, sadece şu birkaç şeyi söyleyip ayrılmak istiyorum huzurunuzdan. Günther Andres kitaplarını alıp okuyun, mutlaka okuyun lütfen. İnsanın Eskimişliği 1. Cilt: İkinci Endüstri Çağında İnsan Ruhu Üzerine; İnsanın Eskimişliği 2. Cilt: Üçüncü Endüstri Çağında Yaşamın Tahribatı Üzerine ve dilimize kazandırılan son kitabı Umutsuzsam Bana Ne! Değilmişim Gibi Devam. İşte Günther Andres’in bu üç şahane kitabını alıp okuyun lütfen. Bunu söylemek istiyorum sadece. İnceleme bu kadar, bitti, demek istiyorum sonra. Fakat…

Devam…

Çünkü öyle kitaplar (dolayısıyla da yazarlar) vardır ki, siz bir fanisinizdir. Hepi topu bir fani. Faniliğe mahkûm birilerinden başka bir şey değilsinizdir. Ve dönem dönem bir kişi işte (binlerce, on binlerce kişi değil) size bunu fark ettirmek için dünyaya gelir, kitaplar yazar. O kitaplar tüm dünya nüfusu ile karşılaştırıldığında insanlığın çeyreğine dahi ulaşmaz. Fakat içinden geçtiğimiz son iki yüz yılda insanlık planlanmış, programlanmış bir endüstri imalatıdır ve yazılan kitapların insanlara ulaşma imkânı bu minvalde artmıştır. Evet, aynı zamanda insan, ilk iki kitabın isminde olduğu gibi, eskimiştir. Bu yadsınamayacak bir gerçektir artık. İnsan eskimişliğinin hızını gerçekten nasıl üretildiğini bilmemesine ve dolayısıyla da başına ne geleceğini bilememesine borçludur. Eskimişlik tuzağına endüstri çağında hiçbir yüzyılda olmadığı kadar hızla düşen insan, bakın, Günther Anders çarpıcı tespitiyle gerçekleri nasıl öğrenir: “İnsan kendisinin üretilmesini, en azından, onu bütünüyle başkalaştıran biçimlenişini, endüstriyel üretilmiş dünya ve düşünce görünümlerinin tüketicisi olarak deneyimlediği için günümüz insanın bir tüketim unsuru olarak yaratılıp, biçimlendirilmesi atom bombasının üretiminden farksızdır.”

Dağılalım mı artık? Ne dersiniz? Hayır, dağılmayalım mı? Bu da bizim kefaretimiz mi olsun? Hak ettik mi bunu? Öyleyse, bir atom bombası etkisiyle dağılmamışız gibi devam… Çünkü bu inceleme yazısının yazılma sebebi Günther Anders’in dilimize çevrilen son kitabı Umutsuzsam Bana Ne! Değilmişim Gibi Devam‘dır.   

Atom Bombası Etkisi, Kıyamet Körlüğü

Günther Anders’in İnsanın Eskimişliği ilk ve ikinci kitaplarını atlamaksızın Umutsuzsam Bana Ne! Değilmişim Gibi Devam kitabına geleceğiz. Zira teknoloji felsefesi üzerinden teknokrasi çağında felsefi antropoloji odaklı düşüncelerin aktarıldığı, endüstri çağında insan ruhu üzerine ve endüstri çağında yaşamın tahribatı alt başlığı esas alınarak kurgulanan ilk iki kitap, Günther Anders metinleri adına çok önemli kilometre taşları. Anders düşüncelerini kaleme alırken tek tek bireylerin ve bir bütün olarak insanların geçirdiği ve geçirmeye devam ettiği değişiklikleri ele alıyor. Bunu yaparken de atom bombasının etkisi altında kalmış yaşamımız temasını kullanıyor. Çünkü atom bombası, günümüz dünyasında her şey bir “araç” iken “araç” olmama özelliği taşıyor.

Devam…

“”Araç” kavramının özelliği, amacı “gerçekleştirirken” bu amaçla çözülmek, yolun hedefte bitmesi gibi, amaçta sona ermektir; bir anlamda hedefe vardığında bağımsız nicelik olarak ortadan kalkmaktadır. Peki bu atom bombası için geçerli mi?” Hayır, diyor Anders ve neden geçerli değil peki, sorusunu soruyor hemen ardından. Çünkü kendi başına bir nicelik olarak yok olmaz. Çünkü mutlak derecede aşırı büyüktür. “”Mutlak derecede aşırı büyüktür ne demektir? Kullanıldığında, minimum etkisi dahi, insanların bugüne dek güttüğü her büyük (politik, askeri) hedeften daha büyük, demektir. Yarattığı sonuçlar sözüm ona hedeften daha önemli olmakla kalmayacak, aynı zamanda büyük olasılıkla sonraki tüm hedef koymaları tartışmalı hale getirecektir. Dolayısıyla sonraki her türden araç kullanımını da. (…) Böylesine bir nesneyi “araç” olarak adlandırmak saçmalık olurdu.”

İnsanın eskimişliği üzerine düşünen sonrasında da “umutsuzsam bana ne, değilmişim gibi devam” diyebilen Günther Anders “sözüm ona” araç olarak adlandırılan her nesneye, o nesnenin bizi içine soktuğu ve düşündürdüğü şeylere her fırsatta ve çokça soru sorma üzerine şekillendiriyor kitaplarını. Halbuki bu çağın kucağına soru sormayı imkânsızlaştıran insan üzerinde uygulanan ve geçerliliğini hiçbir zaman yitirmeyecek, “araç” adıyla lanse edilen bir atom bombası bırakmadılar mı? Bu minvalde şunu diyebilir miyiz: Tüm kıtalardan, politik sistemlerden, kuramlardan, toplumsal programlardan veya tasarılardan bağımsız bir fenomen olarak atom bombasının icadına doğru giden yolda kullanılmaya başlanan teknolojiye doğru (dijitalleşme çağına) aslında bizler gitmedik. O bize geldi ve kucağımıza “araç” adıyla-yanılsamasıyla-bir bomba gibi düşürüldü.

Günter Anders için böylelikle ikinci en önemli nokta olan, “evlerimize servis edilen dünya”, yani televizyonlar, yani televizyonlar üzerinden evlerimize servis edilen dünya tam anlamıyla kusursuz olarak yaratılmış oluyordu. Televizyonlar, aynı atom bombası örneğinde olduğu gibi “hiçbir araç, araç olmakla kalmaz” savının öznesi olarak önümüze konuluyordu ve Anders teknoloji felsefesi içeren sorularını sıralamaya başlıyordu: “Peki ne olarak getirilip önümüze konmakta? Olay olarak mı yoksa sadece olayların kopyaları olarak mı? Ya da olaylar hakkındaki haberler olarak mı? Yayınlanan olaylar alıcının huzurunda nasıl şeyler? Alıcının onların varlığındaki konumu nedir?” Sorular cevabını buladursun; her tüketici, tek tip insan üretimi sürecinde evinden bedava çalışan birine dönüşmüştür. Aile minyatür seyirciler topluluğudur artık. Aparatlar konuşmamızı elimizden alarak bizleri ergin olmayan bağımlılara çevirmiştir. Biz bir yere gitmezken olaylar ayağımıza geliyordur ve her şey ayağımıza geldiği için deneyimsizliğimizle kalakalıyoruzdur. Böylelikle evlere servis edilen dünya sıradanlaşır. Evren demokratikleştirilmiştir, evet, fakat “sıradanlaşma” yabancılaşmanın kurnazca kamufle edilmiş hâlidir ve tüm bu ince elenen tespitlerden dolayı Günther Anders’e saygımız sonsuzdur.

Devam…

İnsan dünyasının, kitlenin, çalışmanın, felsefi antropolojinin, bireyin, ölmenin, gerçekliğin, özgürlüğün sınırlarının, tarihin, düş gücünün, ciddiyetin ve artık beceremiyor olmanın eskimişliğini  atom bombası ve televizyon etkisi ile doğru ve yerinde sorular eşliğinde anlatıyor Günther Anders. İnandığımız, inandırıldığımız şeylerin dünyayı nerelere götürdüğünü anlatırken verdiği örnekten ziyade vardığı sonuç o kadar etkili ki, araç-sonuç ilişkisinin dünya sahnesindeki en esaslı örneği olabilir: “Şimdi ise işin mahşeri tarafı gölgede kaldı, hatta hepten silindi. O kadar ki, Hitler gibi “kurtarıcılara” güvenilirken, felaket tellallarına kulak asılmadı; derken “selamet tellalları” tarafından kışkırtılıp tezgâhlanan felaket sahiden gerçekleşti, lakin artık kavranması, dahası sonradan tecrübe edilmesi dahi mümkün değil. Peki neydi bunu engelleyen? İlerleme inancıydı.”

Atom bombasının ve televizyonun etkisinin kıyamet körlüğümüze etkisi bildiklerimizden, öğrendiklerimizden, sandığımızdan, fark ettiklerimizden daha büyüktür. “İnsan kendinden küçüktür” çünkü. Dünya nüfusunun yüzde doksan dokuzu görme yetisini yitirmiş, daha doğrusu metodik olarak görme özürlü hale getirilmiştir. Kıyamet körlüğü böyle bir şeydir işte ve korkma becerimiz dahi eskimiştir. Korkma beceriksizliği çağında yaşıyoruzdur artık.

Ben Kim Oluyorum?

“Hayır, kimse beni hayatın kısa olduğuna inandıramaz. Sıkıcı olduğundan falan değil, gerçekten hatırı sayılır bir süreyi kapsadığı için uzun.” 1941 Mart’ından yazılarak bize ulaşan bu satırlar Günther Anders’ın hiçbir öğretinin izinde gitmediğini, İkinci Dünya Savaşı’nı tüm olumsuzlukları ile yaşamış olmasına rağmen “devam” diyebilen bir düşünce adamının, felsefecinin biyografi içermeyen günlüklerini nasıl yazdığını gösteriyor. Umutsuzsam Bana Ne! Değilmişim Gibi Devam! kitabına ulaşıp, okumaya başladığımızda şunu görüyoruz: Günther Anders’ın hayatın içine kendini bir mikroskop olarak konumladığını. Böyle görüp, bu şekilde var olduğunu. 

“Hayatın evi küçük olabilir. Dıştan bakınca öyledir. Ama insan kendi dairesinin kapısından girip üç adım attıktan sonra arkasını döndüğünde kapının yerinde yeller esiyor ve daire, sonsuzluğuyla uzayıp gidiyor önünde.”

Sadece bir felsefeci, düşünce insanı nezdinde de değil, salt insan olarak özellikle son iki yüz yıl düşünüldüğünde birinin çıkıp “Umutsuzsam Bana Ne! Değilmişim Gibi Devam!” demesi, bunu gerçekten hissederek harekete geçmesi zor, hatta imkânsız. Fakat Anders’in günlüklerine yazdıklarını okuduğumuzda bir durumun imkânlı olup olmadığına çok da takılmadığı fikrine kapılıyoruz. Herhangi bir kavram- umut ya da umutsuzluk, imkân ya da imkânsızlık, devam etmek veya etmemek- insanı bağlayıcı kavramsal öğeler sadece. Yani, insanın eylem üzerine yaratılan bir varlık olarak düşünüldüğünde, sadece birer kavramlar. Bu kavramlar içerisinde “Ben Kim Oluyorum?” sorusunun cevabı önemli. Yoksa insan her şeyi düşünen ve dolayısıyla her şey olabilen bir varlık. Bu varlık diyor Anders, özellikle her şey olma yolunda ilerleyenleri işaret ederek, “… ehli olmadıkları, kendilerine yaraşmayan, paylarına düşen işleri, kısaca yanlış olanı yapmak zorundadır. Peki kimin dünyadan haberi var dersiniz? Sizin mi, onların mı?”

Devam…

Günther Anders günlükleri on bir bölümden oluşmakta. “Ve Tarihin Ölü Yıkayıcısı”ndan “Vertigo Temporis”ine, “Yası Tutulan Gelecek”ten “Geçmişten Notlar”a, “Post Festum”dan Ölüler Diyarına Ziyaret”e gün gün alınan notların tepesinde şu cümle durmakta:

“Ölümlü ya da ölümsüz, olmak her koşulda ben olmaktır.”

Umutsuzsam Bana Ne! Değilmişim Gibi Devam! kitabında yaşadığı her günün, her anını bizimle paylaşan Günther Anders’in günlüklerini özgün yapan en önemli unsur varlıktan ziyade, benliği (özgün benlik) ortaya çıkarıp, odaklanmak ve var olmaktan ziyade, ben olma içerisinde kat edilen yolculuğun devamını getirdiğimiz edimleremize katkısıdır. Herkes günlük tutabilir evet fakat böyle bir yolculuk içerisinde herkes gerçek beni fark edemez, gerçek ben’e yapılan katkıların aslında “ne olduğunu” fark edemez. Tanıklık ettiği çağın araçlarına, sonuçlarına ve tahribatlarına takılmaksızın ilerleyen, kişiliğiyle arka planda kalarak hiçbir yaşadığını kişiselleştirmeksizin “Devam!” diyen Günther Anders diğer felsefecilerden bu özellikleriyle ayrılır. Böyle bir derdi mi vardır? Hayır.  Ayrılmak gibi ya da çok etkili bir tespitte bulunup söz söyleme, yorumda bulunma Günther Anders’in hayatı boyunca sakındığı bir şeydir. Diğer eleştirmenler ve yazarlardan farklı olarak “değer yargısı” üretmekten kaçınır. Ölçüsü şaşmaz müthiş bir analist olduğunu kim inkâr edebilir? Hollywood’da temizlik işçiliği ile başlayıp, 1992’de Viyana’da sona eren ömründe “Dünya’nın haline direnme düşüncesinin açık sözlü oksijenini” soluma kolaylığına kaçmadan direnerek ve en umutsuz olunacak yerde “devam” diyerek solunan nefeslerin dünya düşünce ve felsefe literatürüne girilmesini sağlıyor.

Bizleri Günther Anders metinleri ile buluşturan İthaki Yayınları’na ve tüm metinlerin çevirisine imzalarını atan Herdem Belen ve Hüseyin Ertürk’e bir okuyucu olarak ayrıca teşekkür etmek isterim.

#kitap #book #guntheranders #düşünce #inceleme #tavsiye #devam #oku #okumak #okur #yazar

Yorum bırakın